Yâsin Sûresi Dinle - Tecvitli Okunuşu ve Meâli Şerifi
Okuma Kuralları
- â, ê, î ve û harfleri, uzatılarak okunur.
- [k]h, hırıltılı he demektir.
- Transliterasyonda harfler olduğu gibi değil; tecvit kurallarına göre uğradığı değişime göre yazılır. Örneğin N-B > M-B, N-R > R-R, N-M > M-M şekline dönüşmesi gibi.
Sayfa 1
﷽
Bismillēhirrahmēnirrahîm.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
يس
1. Yâsîn.
Yâsîn.
وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ
2. Vel kur'ênil hakîm
O hikmet dolu Kurân'a yemîn ederim ki,
إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ
3. İnneke leminel murselîn.
Sen (Habîbim), hiç şübhesiz (Hak tarafından) gönderilen (peygamber)lerdensin.
عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ
4. Alê sırâtim-müstagîm.
Dosdoğru bir yol üzerindesin.
تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ
5. Tenzîlel azîzir-rahîm.
(Bu Kurân) yegâne gâlib, çok esirgeyici (Allah)'nin indirdiği (bir kitab)dır.
لِتُنذِرَ قَوْمًا مَّا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ
6. Litunzira gavmem-mê unzira êbêuhum fehum ğâfilûn.
(Bunun) hikmeti de (yakın) ataları azâb ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet içinde kalmış olan bir kavmi (onunla) korkutmandır.
لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَى أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ
7. Legad haggal gavlü alê ekserihim fehum lê yu'minûn.
Andolsun ki onların çoğunun üzerine azap sözü hak olmuştur. Onlar, imana gelmezler.
إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلاَلاً فَهِيَ إِلَى الأَذْقَانِ فَهُم مُّقْمَحُونَ
8. İnnê cealnê fî ağnêgihim ağlêlen fehiye ilel ezgâni fehum mugmehûn.
Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.
وَجَعَلْنَا مِن بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدًّا وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدًّا فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ
9. Vecealnê mim-beyni eydîhim seddev-vemin [k]halfihim sedden feağşeynêhum fehüm lê yubsirûn.
Biz hem önlerinden bir sed, hem arkalarından bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık görmezler.
وَسَوَاء عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ
10. Vesevêun aleyhim eenzertehum emlem tünzirhum lê yu'minûn.
Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
11. İnnemê tunziru menittebeaz-zikra ve [k]haşiyer-rahmêne bil ğayb. Febeşşirhu bimağfirativ-veecrin kerîm.
Sen ancak Kur'ân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.
إِنَّا نَحْنُ نُحْيِي الْمَوْتَى وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ
12. İnnê nahnü nuhyil mevtê venektubu mê gaddemû ve êsêrahum ve külle şey'in ehsaynêhu fî imêmim-mubîn.
Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.
Sayfa 2
وَاضْرِبْ لَهُم مَّثَلاً أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءهَا الْمُرْسَلُونَ
13. Vadriblehüm meselen eshâbel garyeh. İz cêehel murselûn.
Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.
إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُم مُّرْسَلُونَ
14. İz erselnê ileyhimusneyni fekezzebûhumê feazzeznê bisêlisin fegâlû innê ileyküm murselûn.
Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.
قَالُوا مَا أَنتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمن مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلاَّ تَكْذِبُونَ
15. Gâlû mê entum illê beşerum-mislunê. Vemê enzelerrahmênu min şey'. İn entum illê tekzibûn.
Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka birşey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.
قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ
16. Gâlû Rabbûne yağlemu innê ileykum lemurselûn.
Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."
وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ
17. Vemê aleynê illel belêğul mubîn.
"Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."
قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ لَئِن لَّمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُم مِّنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ
18. Gâlû innê tetayyernê bikum. Leil-lem tentehû lenercumennekum veleyemessennekum minnê azêbun elîm.
Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azab dokunur."
قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ أَئِن ذُكِّرْتُم بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ مُّسْرِفُونَ
19. Gâlû tâirukum meaküm. Ein zukkirtum. Bel entüm gavmum-musrifûn.
Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz."
وَجَاء مِنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَى قَالَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ
20. Vecê emin egsal medîneti raculuy-yes'â gâle yê gavmittebiul murselîn.
O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o elçilere!"
اتَّبِعُوا مَن لاَّ يَسْأَلُكُمْ أَجْرًا وَهُم مُّهْتَدُونَ
21. İttebiû mel-le yes'elukum ecrav-vehum muhtedûn.
"Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir."
وَمَا لِي لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
22. Vemê liye lê ağbudullezî fetaranî veileyhi turceûn.
"Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."
أَأَتَّخِذُ مِن دُونِهِ آلِهَةً إِن يُرِدْنِ الرَّحْمَن بِضُرٍّ لاَّ تُغْنِ عَنِّي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئًا وَلاَ يُنقِذُونِ
23. Eette[k]hizu min dûnihî êliheten iy-yuridnirrahmênu bidurril-lê tuğni annî şefêatuhum şey'ev-velê yungizûn.
"Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar."
إِنِّي إِذًا لَّفِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
24. İnnî izel-lefî dalêlim-mubîn.
"Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum."
إِنِّي آمَنتُ بِرَبِّكُمْ فَاسْمَعُونِ
25. İnnî êmentu birabbikum fesmeûn.
"Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni."
قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ
26. Gîled[k]hulil cenneh. Gâle yê leyte gavmî yağlemûn.
(Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"
بِمَا غَفَرَ لِي رَبِّي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ
27. Bimê ğaferalî rabbî vecealenî minel mukremîn.
"Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını."
Sayfa 3
وَمَا أَنزَلْنَا عَلَى قَوْمِهِ مِن بَعْدِهِ مِنْ جُندٍ مِّنَ السَّمَاء وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ
28. Vemê enzelnê alê gavmihî mim-bağdihî min cundim-mines-semêi vemê künnê munzilîn.
Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.
إِن كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ
29. İn kênet illê sayhatev-vêhideten feizêhum [k]hâmidûn.
Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِم مِّن رَّسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِؤُون
30. Yê hasraten alel ibêd. Mê ye'tîkum mir-rasûlin illê kênû bihî yestehziûn.
Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine glen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.
أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُم مِّنْ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ
31. Elem yerav kem ehleknê gablehum minel gurûni ennehum ileyhim lê yerciûn.
Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.
وَإِن كُلٌّ لَّمَّا جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
32. Ve in küllül-lemmê cemîul-ledeynê muhdarûn.
Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.
وَآيَةٌ لَّهُمُ الْأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ
33. Ve êyetül-lehümül erdul meyteh. Ehyaynêhê ve ek[h]racnê minhê habben feminhu ye'kulûn.
Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.
وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِن نَّخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنْ الْعُيُونِ
34. Vecealnê fîhê cennêtim-min na[k]hîliv-ve ağnêbiv-ve feccernê fîhê minel uyûn.
Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.
لِيَأْكُلُوا مِن ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
35. Liye'kulû min semerihî vemê amilethu eydîhim. Efelê yeşkurûn.
(Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?
سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنبِتُ الْأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ
36. Subhânellezî [k]halegal ezvêce küllehê mimmê tünbitül erdu ve min enfusihim ve mimmê lê yağlemûn.
Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.
وَآيَةٌ لَّهُمْ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُم مُّظْلِمُونَ
37. Ve êyêtül-lehumul-leyl. Nesla[k]hu minhun-nehêra feizêhüm muzlimûn.
Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
38. Veşşemsu tecrî limustegarril-lehê. Zêlike tagdîrul azîzil alîm.
Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ
39. Vel gamera gaddernêhu menê zile hattê âde kel urcûnil gadîm.
Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.
لَا الشَّمْسُ يَنبَغِي لَهَا أَن تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ
40. Leşşemsu yembeğî lehê en tudrikel gamera velelleylu sêbigun-nehêr ve küllün fî felekiy-yesbahûn.
Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.
Sayfa 4
وَآيَةٌ لَّهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرِّيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ
41. Veêyetül-lehüm ennê hamelnê zürriyyetehum fil fulkil meşhûn.
Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.
وَخَلَقْنَا لَهُم مِّن مِّثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ
42. Ve [k]halagnê lehum mim-mislihî mê yerkebûn.
Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.
وَإِن نَّشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلَا صَرِيخَ لَهُمْ وَلَا هُمْ يُنقَذُونَ
43. Vein neşe' nuğrighum felê sarî[k]ha lehum velêhum yungazûn.
Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.
إِلَّا رَحْمَةً مِّنَّا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ
44. İllê rahmetem-minnê ve metêan ilêhîn.
Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ
45. Ve izê gîlelehümüt-tegû mê beyne eydîküm vemê [k]halfeküm leallekum turhamûn.
Durum böyle iken onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin" denildiği zaman,
وَمَا تَأْتِيهِم مِّنْ آيَةٍ مِّنْ آيَاتِ رَبِّهِمْ إِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ
46. Vemê te'tîhim-min êyetim-min êyêti rabbihim illê kênû anhê muğridîn.
Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.
وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمْ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَن لَّوْ يَشَاء اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
47. Ve izê gîlelehum enfigû mimmê razegakumullâhu gâlellezîne keferû lillezîne êmenû enut imu mel-lev yeşêullâhu et ameh. İn entüm illê fî dalêlim-mubîn.
Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler.
وَيَقُولُونَ مَتَى هَذَا الْوَعْدُ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ
48. Ve yegûlûne metê hêzel vağdu in küntüm sâdigîn.
Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?" diyorlar.
مَا يَنظُرُونَ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصِّمُونَ
49. Mê yenzurûne illê sayhatev-vêhideten te'[k]huzûhum vehum ye[k]hissimûn.
Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.
فَلَا يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلَا إِلَى أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ
50. Felê yestetîûne tavsiyetev-ve lê ilê ehlihim yerciûn.
O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.
وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُم مِّنَ الْأَجْدَاثِ إِلَى رَبِّهِمْ يَنسِلُونَ
51. Venufi[k]ha fissûri feizê hüm minel ecdêsi ilê rabbihim yensilûn.
Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.
قَالُوا يَا وَيْلَنَا مَن بَعَثَنَا مِن مَّرْقَدِنَا هَذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ
52. Gâlû yê veylenê mem-beasenê mim-mergadînê. Hêzê mê veader-rahmênuve sadegal murselîn.
Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaad buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler.
إِن كَانَتْ إِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَّدَيْنَا مُحْضَرُونَ
53. İn kênet illê sayhatev-vêhideten feizê hum cemîul-ledeynê muhdarûn.
Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.
فَالْيَوْمَ لَا تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئًا وَلَا تُجْزَوْنَ إِلَّا مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ
54. Felyevme lê tuzlemu nefsun şey en velê tuczevne illê mê küntüm tağmelûn.
Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.
Sayfa 5
إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ
55. İnne eshâbel cennetil yevme fî şuğulin fêkihûn.
Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.
هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِؤُونَ
56. Vehum ezvêcuhum fî zilâlin alêl erâiki muttekiûn.
Kendileri ve eşleri, gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.
لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُم مَّا يَدَّعُونَ
57. Lehum fîhê fêkifetuv-velehum mê yeddeûn.
Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.
سَلَامٌ قَوْلًا مِن رَّبٍّ رَّحِيمٍ
58. Selâmun gavlem-mir-rabbir-rahîm.
(Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
59. Vemtêzûl yevme eyyühel mucrimûn.
Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.
أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَا بَنِي آدَمَ أَن لَّا تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ
60. Elem ağhed ileykum yê benî êdeme el-lê tağbuduş-şeytân. İnnehû leküm aduvvum-mubîn.
"Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır."
وَأَنْ اعْبُدُونِي هَذَا صِرَاطٌ مُّسْتَقِيمٌ
61. Ve eniğbudûnî. Hêzê sırâtum-mustagîm.
"Ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?" (buyurulacak)
وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنكُمْ جِبِلًّا كَثِيرًا أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ
62. Velegad edalle minküm cibillen kesîrâ. Efelem tekûnu tağgilûn.
Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?
هَذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ
63. Hêzihî cehennemulletî küntüm tûadûn.
İşte bu size vaad edilen cehennemdir.
اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ
64. İslev hel yevme bimê küntüm tekfurûn.
Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.
الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَى أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
65. Elyevme na[k]hyimu alê efvêhihim ve tukellimunê eydîhim ve teşhedû erculuhum bimê kênû yeksibûn.
Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.
وَلَوْ نَشَاء لَطَمَسْنَا عَلَى أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصِّرَاطَ فَأَنَّى يُبْصِرُونَ
66. Velev neşêu letamesnê alê ağyunihim festebegus-sırâta feennê yubsirûn.
Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?
وَلَوْ نَشَاء لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَى مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيًّا وَلَا يَرْجِعُونَ
67. Velev neşêu lemasehnêhum alê mekênetihim femestetâû mudiyyev-velê yerciûn.
Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلَا يَعْقِلُونَ
68. Vemen nuammirhu nunekkishu fil [k]halg. Efelê yağgilûn.
Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?
وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنبَغِي لَهُ إِنْ هُوَ إِلَّا ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُّبِينٌ
69. Vemê allemnêhuş-şiğra vemê yembeğî leh. İn hüve illê zikruv-ve gur'ênum-mubîn.
Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da. O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.
لِيُنذِرَ مَن كَانَ حَيًّا وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَى الْكَافِرِينَ
70. Liyunzira men kêne hayyev-veyehiggal gavlu alel kêfirîn.
(Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.
Sayfa 6
أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَامًا فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ
71. Evelem yerav ennê [k]halagnê lehum mimmê amilet eydînê en âmen fehum lehê mêlikûn.
وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.
وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ
72. Ve zellelnêhê lehum feminhê rakûbuhum ve minhê ye'kulûn.
Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.
وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلَا يَشْكُرُونَ
73. Velehum fîhê menêfiu ve meşârib. Efelê yeşkurûn.
Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
وَاتَّخَذُوا مِن دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ
74. Vette[k]hazû min dûnillêhi êlihetel-leallehum yunsarûn.
Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.
لَا يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُّحْضَرُونَ
75. Lê yestetîûne nasrahum vehum lehum cundum-muhdarûn.
Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.
فَلَا يَحْزُنكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ
76. Felê yehzunke gavluhum. İnnê nağlemu mê yusirrûne vemê yuğlinûn.
O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.
أَوَلَمْ يَرَ الْإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ
77. Evelem yeral insênu ennê [k]halagnêhu min nutfetin feizê hüve [k]hasîmum-mubîn.
İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ
78. Ve darabe lenê meselev-venesiye [k]halgah. Gêle mey-yuhyil izâme vehiye ramîm.
Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi.
قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ
79. Gul yuhyîhellezî enşeehê evvele merrah. Ve hüve bikülli [k]halgin alîm.
De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."
الَّذِي جَعَلَ لَكُم مِّنَ الشَّجَرِ الْأَخْضَرِ نَارًا فَإِذَا أَنتُم مِّنْهُ تُوقِدُونَ
80. Ellezî ceale lekum mineş-şeceril e[k]hdari nêran feizê entüm minhu tûgidûn.
Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.
أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَى أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُم بَلَى وَهُوَ الْخَلَّاقُ الْعَلِيمُ
81. Eveleysellezî [k]halagas-semêvêti vel arda bigâdirin alê en-ye[k]hluga mislehum. Belê ve hüvel [k]hallâgul alîm.
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.
إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
82. İnnemê emruhû izê erâde şey en ey-yegûle lehû kün feyekûn.
O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.
فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
83. Fesubhânellezî biyedihî melekûtu külli şey'iv-ve ileyhi turceûn.
O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.
0 Yorumlar